GELENEĞİN BİRİKİMİNDEN YENİ BİR DÜŞÜNCENİN İNŞASINA...

BAĞIŞ E-BÜLTEN

23 Mayıs 2018

Batının Doğusu: İslam Algısı ve Nefret Söylemleri

Konuşmacı: İrvin Cemil Schick

İrvin Cemil Schick, Konferans'ta 11 Eylül Saldırısının ardından İslam âleminin 'İslamofobi' şeklinde isimlendirilen olguyla yüzleşmesini ele aldı. Medyada, siyaset meydanında, kitle kültüründe sergilenen İslam karşıtlığının en bayağı örneklerinin üzerinde duran Schick, İslamofobinin köklerinin aslında Orta Çağa kadar uzanan eski ve mufassal bir söylem olduğunu ifade etti. İslam'ın ortaya çıkışını doğrudan doğruya Hıristiyanlığa karşı bir başkaldırı olarak yorumlayan kimi Avrupalıların, çağlar boyunca çeşitli biçimlerde polemikler ürettiğini ve İran Devrimi'nden sonra bu durumun alevlenerek Soğuk Savaş'ın bitimini müteakip Batı'nın yeni bir düşman arayışına karşılık geldiğini ileri sürdü. Günümüz batı dünyasında, yalnız aşırı sağın değil, merkez sağın da faydalı bulup kullanmaktan geri kalmadığı bu söyleme karşı Müslümanların çoğunun ürettiği ve kullandığı argümanları, karşı çıkış biçimlerini ele alan Schick, İslamofobi'ye, İslam dininin aslında söylendiği gibi olmadığını, örneğin bir şiddet değil, barış dini olduğunu, tarih boyunca gayrimüslimlere hoşgörülü davranıldığını anlatarak karşı çıkmanın işlevsizliğini vurguladı. Gerekçe olarak da İslamofobi'yle 'gerçekleri' sıralayarak savaşmanın mümkün olmadığını, çünkü İslamofobi'nin bir nefret söylemi ve nefret söylemlerinin de olgusal gerçeklerle zaten herhangi bir işinin olmadığını vurguladı. Müslümanların asıl yapması gerekenin, nefret söylemlerinin hakikatini nefret edenlerin yüzüne vurmaları olduğunu altını çizdi.

Schick, İslamofobi'nin Orta Çağ'a uzanan kaynakları arasında Hristiyanlık akidesinin de yer aldığını belirtti. Hristiyanlık akidesinde köklerini bulan bu İslam karşıtı yaklaşım, kendisini geriye doğru atıflarla modern dönemde de var etmeye devam etmiştir. Schick, 12 Eylül 2006 tarihinde Papa 16. Benedictus'un bir konuşmasını buna delil olarak sunar. 16. Benedictus, Bizans İmparatoru II. Manuel Paleologos'un 1391'de vuku bulduğu iddia edilen bir münazarasına atıf yapmıştı. Rivayete göre bu tartışma, Bizans hükümdarıyla bir İranlı arasında geçmiş, Paleologos şöyle demişti: 'Bana Muhammed'in getirdiği yenilikleri göster, orada yalnız kötülük ve insanlık dışılık bulacaksın; vazettiği inancı kılıç zoruyla yayma emri gibi.'...

Hristiyan akidesi merkezli konuşan polemikçilerin birincil gayesinin, İslam'ın batıl olduğunu, asıl doğru yolun Hristiyanlık olduğunu ispat etmek olduğunu ifade eden Schick, bunun için, İslam'ın temeli olan Kur'an­'ı Kerim ve İslam peygamberi Hz. Muhammed'in meşruiyeti hedef alınmıştır.. Dolayısıyla, ilk olarak Hz. Muhammed'in Allah tarafından gönderilmediği, iktidar hırsıyla ortaya çıkmış bir sahte peygamber olduğu iddia edilmiş, ikinci olarak da Kur'an'­ı Kerim'in Hz. Muhammed tarafından insanları yoldan çıkarmak için yazılmış, safsata dolu uydurma bir kitap olarak temsil edilmesi söz konusu olmuştur. Schick, bu tarih izleğinden bakarak 30 Eylül 2005 tarihine kadar adı duyulmamış olan bir Danimarka gazetesinin Peygambere hakaret içeren on iki karikatür ya­yınlamasının, aslında o kadar eski, o kadar köhnemiş bir hareketin tekrarı olduğunu belirtti.

Schick, İslamofobi'nin ortaya çıkması ve yaygınlık kazanmasında siyasi gelişmelerin yanında, Batı ülkelerinde sayıları giderek artan bir Müslüman göçmen nüfusun da önemli bir etken olduğunu düşünmektedir. Bu göçmenlerin kendi geleneklerini, kendi inançlarını, kendi yaşam tarzlarını beraberlerinde getirmeleri, daha önce Çinlilerin, Yahudilerin ve çeşitli başka göçmen gruplarının gelmesiyle ortaya çıkan yabancı düşmanlığının bir benzerinin belirmesine yol açmıştır. Bu durum birbirlerinin dışında, birbirleriyle hiçbir temasları olmadan varlıklarını sürdüren iki medeniyetin çatışması sonucunda değil, Batı ülkelerine göç eden Müslümanların geldikleri toplumları çoğulcu olmaya zorlamaları ve buna o toplumların direnmesi nedeniyle ortaya çıkmıştır. Yani bunda uzaklık değil, yakınlık büyük ölçüde etken olmuştur.

'İslamofobi' terimi ile kastedilenin İslam düşmanlığı değil, Müslüman düşmanlığı olduğunu iddia edenlere katılmayan Schick, bugün İslamofobi'nin Müslümanlara karşı ayrımcılık olarak tezahür ettiğinin doğru olmasıyla birlikte, söz konusu ayrımcılığı meşrulaştıran tarihî İslam düşmanlığını vurgulamaktadır. Yani pratik, Müslümanlara karşı ayrımcılık ise de teori, İslam aleyhtarlığıdır.

İslam dünyasının bugüne kadar İslamofobi'ye karşı etkin bir mücadele sürdürememesinin sebebi, hep 'bizi bir tanıyabilseler, hemen sevecekler' yanılgısıdır. Oysa mesele, İslamofobik kişilerin İslam'ı tanımaması değildir. Onlara istediğimiz kadar Mevlâna'yı tanıtalım, nefret edenler nefretlerinden vazgeçmeyecektir. İslamofobi'ye karşı koymak için Müslümanların yapması gereken en önemli şey, genel olarak nefret söylemlerine karşı örgütlenmektir. Bu noktada Müslümanların da kendilerinde nefret söylemi var mı yok mu diye oturup düşünmeleri gerekmektedir. Nefret söylemleriyle tek mücadele yöntemi, bütüncül olarak nefret söylemlerine karşı çıkıp mücadele etmektir. Yahudi, Kürt, Alevi, kadın vs. gibi kategoriler altında yapılan nefret söylemlerini göz önünde bulundurmak bu mücadelenin bir parçası olmalıdır.