GELENEĞİN BİRİKİMİNDEN YENİ BİR DÜŞÜNCENİN İNŞASINA...

BAĞIŞ E-BÜLTEN

25 Nisan 2018

Ahlaki Müeyyide Üzerine Konuşmalar-6 İhsan Fazlıoğlu’nun

“İslam Ahlâk Düşüncesi Projesi”si kapsamında, “Ahlâkî Müeyyide Üzerine Konuşmalar” serisinin altıncısı ‘‘Ahlâkî Zorunluluğun İlkesi Nedir?’’ başlığı ile Medeniyet Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden İhsan Fazlıoğlu tarafından gerçekleştirildi.

Konuyu, daha iyi ifade edebilmek için öncelikle bir soru belirlediğinden bahseden Fazlıoğlu, “x ya da y’yi yapmalıyım” da ki ‘malı’ ekinin ontolojisinin ne olduğunu sordu. Bunun kökenini tespit edebildiğimiz ölçüde, ahlâkî müeyyidenin de kaynağını tespit edebiliriz dedi. Ahlâkî müyyidenin, kaynağına ulaşabilmek için evvela ortak bir ahlâk tanımı yapmanın uygunluğunu belirten Fazlıoğlu, ahlâkı şöyle tanımladı: “Kişinin irade ve ihtiyarına dayalı kendilik bilincinin eşlik ettiği, belirli bir tercihle sonuçlanan gayeli eylem.”

Burada dikkat edilmesi gereken durumun, topluluk, toplum ve birey arasındaki ayrım olduğunu söyleyen Fazlıoğlu, ahlâkın yalnızca bireysel alanda geçerli olduğunu vurguladı. Fazilet denilen şeyin, sadece bireye mahsus olduğunu söyleyen Fazlıoğlu, bu açıdan insanda ilk oluşan şeyin, benlik bilinci olduğunu ifade etti. Bizim önce toplulukta benlik kazandığımızı, sonrasında da bizlik kazandığımızı nihâi olarak da “kendilik bilincine” vardığımızı belirtti. Kendilik bilinci kavramının yapacağı analiz için temel bir kavram olduğunu söyledi. Klasik dönemde bunun, “tahkiku’z-zât” denilen şey olduğunun altını çizdikten sonra, bu kavramın toplumda belli bir seviyeye gelmiş kişinin kendi üzerine düşünmesi anlamına geldiğini ifade etti.

Fazlıoğlu, dinleyicilerde konuya dair, belli bir zihni alt yapı oluşturmak maksadıyla, kavram analizleri yaptıktan sonra, nasıl bir ahlâkı anlatacağını söyledi. Vicdanın, ahlâkı tanımlamada geçmişte, genel bir kavram olarak kullanılmasına rağmen şuan ortak bir vicdan tanımının yapılmasının hayli zor olduğunu belirtti. Bu sebepten dolayı ‘vicdan’ eksenli bir ahlâk tanımı yapmayacağını dile getirdi.

Yine ahlâkı tartışırken bir başka konunun, “İnsanın eylemine bir gaye yüklemeyi nasıl yapacağız?” sorusu olduğunu dile getiren Fazlıoğlu, eğer ki insanın bu dünyadaki varlığını ölümle ilişkilendirmezsek insanın herhangi bir fiilinin gayesinden bahsetmenin mümkün olamayacağını söyledikten sonra çağımızda böyle bir kabulün artık tamamen yok olduğunu dile getirdi. Dolayısıyla buna dayalı bir ahlâkı da açıklamayacağını söyleyen konuşmacı son olarak, Kant’ın “ödev ahlakı” gibi kavramlarının da, kişinin davranışına, müdahale niteliğinde olacağı için, içi boş olduğu kanaatinde olduğunu belirterek esasen, nasıl bir ahlâka değinmek istediğini söyledi. Burada ele alacağı ahlâkın ne dini ne de metafizik gaye eksenli bir ahlâk olmayacağını tamamen iç bükey uzaya ait, tüm insanlar için geçerli, herkese hitap edebilecek bir değer tartışması yapacağını vurguladı.

Doğa bilimlerinden başlayarak ahlâkın zorunluluğunu açıklamaya çalışan konuşmacı, x y’dir, dediğimiz zaman bu durumun olguyu tasvir etmek olduğunu söyledi. Bu tasvir ait olduğu şeyin durumunu belirtir. Her x’in y olması doğa bilimlerinde, belirli koşullar altında geçerlidir. Peki önermemizi değiştirip, her x, y olmalıdır dersek, burada “malı” ekinin dayattığı zorunluluğu nasıl açıklayacağız?

Hayata baktığımızda, “x y’yi yaptı”, dediğimizde burada bir tasvir söz konusuyken, “x y’yi yapmalı” dediğimizde burada bir zorunluluk mevcut olur. “Niçin yapmalı? Çünkü…” dediğimizde çünküye verilecek cevap çok önemlidir diyen konuşmacı burada verilecek iki ayrı cevaptan bahsetti. Nitekim ilk olarak eyleyen kişi için bir cevap verilir, ikinci olarak da eylemin içeriğine yönelik bir cevap verilir.

Bir eylemin yargılanması için önceden bir hüküm belirlenmiş olacağını ifade ettikten sonra, değerlerin zamansallığı probleminin incelenmesi gerektiğini vurgulayan konuşmacı, diğer bir açıdan bakınca kişinin bir eylemi yapmaktaki zorunluluğunun neye dayandığını, kişinin iradesinin nereye konulacağını bir mesele olarak vaz’etti. Bu ayrımları ve problemleri ele almasının ardından Fazlıoğlu, en başta yapmış olduğu analizine dönerek, “kendilik bilinci”nden yola çıkarak asıl söylemek istediği konuya geldi.

Eğer ki insanı toplumsal bir varlık olarak ele alırsak, kişi için toplumsal olanın en başta verilen olduğunu belirten konuşmacı, kendilik dediğimiz şeyin bir toplumsal süreç neticesinde meydana geldiğini söyledi. Burada kişinin, kendine teklif edilen eyleme, kendilik bilincinin analizini yaparak veren konuşmacı, son olarak ahlâkî değerlerin nereden türetildiğini sordu. Tabiatı ve hayatı birbirine geçmiş kümeler olarak belirttikten sonra, tarihi bunların en üst kümesi olarak tanımladı. Ahlâkî olan tüm değerlerin referansının tarihe dayandığını ifade eden konuşmacı, herhangi bir tarihi olguya katılarak kendi irademizden ödün vermiş olmadan tercihimizi yapıyoruz diyerek konuşmasını sonlandırdı.

Konuşma soru-cevap kısmıyla devam etti.