Tanpınar’ın Edebiyat, Estetik ve Düşünce Dünyasında Bergson Felsefesi

Tanpınar’ın Edebiyat, Estetik ve Düşünce Dünyasında Bergson Felsefesi, Şerif Eskin, 7 Şubat 2015 Cumartesi, 15.00

Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde araştırma görevlisi olan Şerif Eskin, Dergâh yayınlarından çıkan “Zaman ve Hafızanın Kıyısında Tanpınarı’ın Edebiyat, Estetik ve Düşünce Dünyasında Bergson Felsefesi”başlıklı kitabı üzerine İLEM’de bir sunum gerçekleştirdi. Eskin, sözlerine kitabının da giriş kısmında yer alan Jacques Derrida’ya ait “Edebiyatın ekonomisi, bana bazen diğer söylem tiplerinin, örneğin tarihsel ya da felsefi söylemin ekonomisinden daha güçlü görünür. Bazen: Tekilliklere ve bağlamlara dayanır. Edebiyat potansiyel olarak daha güçlüdür.” alıntısıyla başladı.

Edebiyat ve Felsefe arasındaki iletişim ve etkileşimin mümkünlüğü veya hangi düzlemde elde edilebileceği sorusunun cevaplanmasının güç olduğu ve çalışmanın gayesinin bu olmadığını belirterek sözlerine devam eden Eskin, Edebiyatın Felsefe’deki konumu ile ilgili olarak “ya varoluşçu ekoldeki gibi bir anlatım aracı olarak benimsendiği ya da Proust’ta olduğu gibi bir refleksiyonun edebi esere kurucu etkisi şeklinde olduğunu izah etti.Tanpınar’ın Edebiyat, Estetik ve Düşünce Dünyasında Bergson Felsefesi

Dört bölümden oluşan sunumun ilk bölümünde Eskin, Henry Bergson’un hayatına kısaca değindi. Henry Bergson’un hocaları tarafından iyi bir matematikçi olacağı düşünüldüğü halde felsefeye yönelişi ve felsefe doktorası alması dikkat çekicidir. Bergson’un çalışmaları arasında öne çıkan “dört temel eser”in isimleri sırasıyla; “Bilincin Dolaysız Verileri Üzerine Deneme” ki bu eseri kendisinin doktora tezidir. “Ruh ve Beden İlişkisi üzerine Deneme-Madde ve Hafıza”, “Yaratıcı Evrim” ve “Ahlak ve Dinin İki Kaynağı”dır. Bergson’un düşüncesinde metafizik, felsefe ve bilim arasında bir uzlaşma sağlanmaya çalışılmıştır. Bu düşünceye deneyimlerle, dünya ile ilişkisiyle ve kendisindeki yaratıcılık becerisiyle ulaşmıştır. Sezgi, duree (saf zaman), özgürlük, devamlılık, ruh ve madde düalizmi Bergson felsefesinin kilit kavramları olmuştur.

İkinci bölümde “Bergsonizm” olarak anılan akımın dünya ve Türkiye’deki yansımalarına değinen Eskin; Bergson felsefesinin yaşadığı döneminde sadece felsefe dünyasında değil edebiyat ve müzik çevrelerinde de karşılık bulduğunu belirterek; bu isimlerden bir kaç örnek (Gabriel Marcel, Jean-Paul Sarte, Claude Debussy, Marcel Proust) verdi. Türkiye’de Bergson’dan ilk bahseden kişiler Ahmet Şuayb, Rıza Tevfik ve Suphi Ethem olmuştur. İlginçtir ki bu isimler Bergson ile aynı görüşte olmayıp yalnızcatanıtıcı çalışmalar kaleme almışlardır. Bergsonizmin Türkiye’deki asıl yankısı 1920’lerde Dergah dergisi çevresinde toplanan Mustafa Şekip Tunç, İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Mehmed Emin Erişilgil, Yahya Kemal Beyatlı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu gibi yazarların düşüncelerinde ve eserlerinde görüldüğünü belirten Eskin, bu yazarları bir araya getiren önemli nedenin pozitivizme karşı durmaları olduğunu ekledi. Mustafa Şekip’in Bergson felsefesi ile ilgili yazdığı kitabının girişindeki “Bergson’a temas edinceye kadar filozoflardan hiçbirisi bana irademi buldurtabilecek bir telkin yapamamıştı” cümlesi Bergson felsefesinin ne denli etkili olduğunun göstergesidir. Bergsonizmin Türkiye’de rağbet görmesinin bir önemli nedeni de; Kurtuluş mücadelesi sırasında maddi olanaksızlıklara karşı manevi güce ve bir ruh atılımına bağlanmanın gerekliliğini savunması idi. Milli Mücadele’nin kazanılması pozitif verilere göre değil yarı-mistik bir ruh ile mümkündü. Dergâh çevresinin bu düşünceyi benimsemelerinin bir diğer nedeni de Ziya Gökalp ve arkadaşlarının yürüttüğü bireyi yok sayan ve toplumu öne çıkaran sosyolojist (Durkheim sosyolojisi)görüşlerine karşı bireyin toplumsal yönüyle birlikte yaratıcı, ruhsal ve özgürlükçü yönü olmuştur.

Tanpınar’ın Bergson’un düşünceleriyle tanışması da gençlik yıllarında Dergâh dergisi ile ve Yahya Kemal’in sohbetleriyle başlar. Tanpınar, Bergson’un Türkiye’de tanınmasının sadece felsefeciler tarafından değil onun çevresindeki yazarların da tesiriyle olduğunu belirtir. Tanpınar’ın Bergson’u ne kadar okuduğu sorusunun tam olarak cevaplandırılmasının güç olduğunu ifade eden Eskin, Dergâh çevresinde Bergson’un görüşlerinin fazlasıyla teneffüs ettiğini ve yeterli bir birikime sahip olduğunu söylemenin yanlış olmayacağını ekledi. Tanpınar’ın gerek günlüklerinde gerek mektuplarında gerekse eserlerinde Bergson’dan alıntılara yer verdiği görülmektedir. Bununla ilgili olarak bir örnek veren Eskin; Tanpınar’ın Ahmet Kutsi Tecer’e yazdığı mektupta Bergson’un rüya ile ilgili tezlerini okuduğunu belirtir.

“Bergson’un Zaman ve Oluş” kuramı ve Tanpınar üzerindeki etkilerinin açıklandığı üçüncü bölümde; Bergson’un varlığın merkezine zamanı koyması felsefe tarihi açısından bir ilk olmuştur. Daha önceki filozoflar tarafından zaman konusu matematiksel boyutun ötesine geçmemiştir. Bergson ise “uzayla beraber biçimlenen mekanik zaman ile bilinçte yaşanan zamanı birbirinden ayırmıştır. Gerçek zamanın genellikle tasvir edilen saat, dakika v.b. olmadığı “duree”nin insanın iç dünyasında yaşadığı yekpare (kesintisiz) ve parçalanamaz zaman olduğunu açıklar. Bu zaman niteliksel ve metafizik birşeydir.

Bergson’un zaman kuramı ile ilgili Tanpınar’ın eserlerinden örnekler veren Eskin, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde roman kahramanı Hayri İrdal’ın baba evindeki iki saat (mübarek ve laik saat) ile “dışsal zaman ve içsel zaman” ayrımının çok ustaca işlendiğini izah etti. Gerçek zaman olarak saf sürenin Tanpınar’ın şiirlerindeki yansımasına örnek olarak,

Ne içindeyim zamanın,

Ne de büsbütün dışında;

Yekpare, geniş bir anın

Parçalanmaz akışında.

mısralarının bulunduğu “Ne İçindeyim Zamanın” şiirinde en açık şekilde verildiğini söyledi.

Eserinin dördüncü bölümünde Bergson’un hafıza ile ilgili düşüncelerine yer verdiğini açıklayan Eskin, hafızanın genelde bedenin özelde beynin bir fonksiyonu olduğunu ve bu düşüncesine delil olarak delilerin akıl ile ilgili muhakemeye sahip olamadıkları halde anılarını muhafaza ettiklerini göstermelerini örnek gösterdi.

Bergson’a göre iki farklı hafıza vardır. Biri (anı-hafıza) günlük hayatımızın tüm ayrıntılarını en ince detayına kadar kendi tarihi içine yerleştirir. Diğeri de (alışkanlık-hafıza) şimdiki zamanda yer edendir. Yani geçmiş imgeleri koruduğu ve bugüne taşımasıyla hafıza olarak kabul ettiğimizdir. Bergson’un hafıza kuramının Tanpınar’ın eserlerindeki yansımalarıyla ilgili örnekler veren Eskin, hafızanın, benliğin/karakterin kurucusu ve hafızanın sadece bireyle ilgili değil toplumsal ve tarihsel bir öneminin olduğunu ekledi. Eskin, hatırlamak için gerekli olan şeyin geçmişe gitmek değil “geçmişe yerleşmek” olduğunu ve Bergson’un kendi deyimiyle “ bugünden geçmişe doğru kat edilen bir yol değil; geçmişten bugüne doğru uzanan bir akıştır.” cümlesiyle açıkladı.

Son olarak Şerif Eskin, Bergson’un 1920’li yıllardaki etkin rolüne rağmen daha sonraları edebiyat ve felsefe çevresinde kayda değer bir “kurucu rolü” olmadığını; bununla birlikte Tanpınar’ın -günümüz Türkiye’sinde en çok okunan ve tartışılan yazarı olmasından dolayı- eserleri ve düşünce dünyası incelendikçe Bergson ve felsefesinin de tekrar konuşulacağı ve gündemde olacağını dile getirerek sözlerini tamamladı.

Leave a Comment