Üç Öncü Şahsiyet Üç Büyük Mesele

İlem Sunumlarının 23 Mart Perşembe gününün konuğu “Üç Öncü Şahsiyet Üç Büyük Mesele” başlıklı sunumuyla Mesut Koçak’tı. Edebiyat Çalışma Grubunun koordinatörlüğünde geniş bir katılımla gerçekleşen sunumda Koçak; Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek ve Sezai Karakoç’ta medeniyet, tarih ve coğrafyanın izlerini süren doktora tezini, çalışma yöntemini ve tezde ulaştığı sonuçları paylaştı.

Batı-dışı modernliklerin çoğunda olduğu gibi Osmanlı-Türk modernleşme sürecinde de en önemli tartışmalardan biri modernleşmenin nasıl olacağı ve bunun ne ölçüde Batılılaşarak gerçekleştirileceği meselesi olsa gerek. Öte yandan dayatılan ulus-kimlikle beraber artık sadece belli bir geçmiş/gelenek ve coğrafyayla değil o zamana kadar kimliğini şekillendirmiş değerler sistemiyle de bağını koparması beklenen, kendini nasıl konumlandıracağını şaşırmış, hafızasız ve “kendiliksiz” kalma korkusu yaşayan bir toplumla karşı karşıyayızdır.

Söz konusu kimlik krizi aslında farklı kişilerce, farklı biçimlerde aşılmaya çalışılmıştır. Mesut Koçak’a göre Mehmet Akif, Necip Fazıl ve Sezai Karakoç’u bu noktada birlikte düşünüp ele almayı sağlayan husus, üçünün de devlet eliyle/elitince dayatılan modernleşme anlayışına ve ulus merkezli kimlik inşasına karşı çıkması, söz konusu kimlik krizi karşısında çözüm arayışına girmesi ve daha kuşatıcı, gelenekle barışık söylemleridir. Bu isimlere bakıldığında üçünün de ulus-kimlik modeline alternatif olarak belli bir coğrafya, tarih ve medeniyet söylemine dayanan Müslüman bir kimlik sundukları görülür. Ancak bu söylemlerin bir süreklilik oluşturup oluşturmadığı veya birbirine yakın ya da aynı mı yoksa birbirinden farklılaşan söylemler mi olduğunu görmek için belki çok daha yakın bir okuma yapmak gerekecektir. Tam da bu noktadan hareket ettiğini belirten Koçak, tezinin farklı dönemlerde ve farklı çevrelerde yetişen ama dünya görüşü ve inanç yönüyle aynı çizgide oldukları düşünülen Akif, Kısakürek ve Karakoç’un söylemlerindeki farklılıkları ortaya çıkarmayı hedeflediğini ifade etti.

Tezin içeriğine geçmeden evvel kısaca yöntem ve tezin kapsamından bahseden Koçak, üç ismin söz konusu kavramlarla ilgili yazdığı her şeyin bir dökümünü yapmaktansa mukayeseli bir yöntem izlediğini belirtti. Kaynak olarak da bir kısıtlamaya gidilerek bu isimlerin tüm yayınları değil de daha ziyade dergilerinde – Sebilürreşad, Sırat-ı Müstakim, Büyük Doğu ve Diriliş- yayınlanan yazılarına odaklanılmış. Dört bölümden oluşan tezin ilk bölümü coğrafya, tarih ve medeniyet kavramlarına genel bir bakış sunarken; diğer bölümlerde üç şairin bu kavramalara bakışı, sundukları alternatif kimliği şekillendiren ya da bu kimlikle ilişkilendirilebilecek coğrafya ve tarihin kapsamı, medeniyetin yapısı ve konumlandırılma biçimi üzerinden bir inceleme yapılmış.

Mesut Koçak’a göre Osmanlı –Türk modernleşmesinin doğurduğu İslam kültür gelenek ve kimliğinden kopuş, birbirinden farklı mizaçlara sahip bu üç isimde ortak bir bilinç meydana getirmiştir. Bu anlamda Akif, Kısakürek ve Karakoç İslam geleneğini bir bellek olarak üç vurguyla canlı tutmaya gayret etmişlerdir: mekana bağlı aidiyet olarak coğrafya; geçmişe bağlı aidiyet olarak tarih; ve inanca bağlı aidiyet olarak medeniyet fikri. Üç isim de ulus devletin yok etmeye çalıştığı kimliği yeniden inşa etmek için bu üç kavram merkezinden değerlere ve inanç unsurlarına vurgu yaparak alternatif bir kimlik söylemi geliştirmişlerdir.

Öte yandan Koçak, üç isim tarafından vurgulanan İslam kültür ve geleneğini oluşturan coğrafya ve tarihin kapsamının farklılığına da dikkat çekti. Örneğin Mehmet Akif’te Balkanları da içine alan sınırları geniş ve daha da önemlisi idealize edilmiş “romantik” bir coğrafya anlayışı görülürken Necip Fazıl’ın metinlerinde tarihi ya da ideal bir çerçeve çizilmez. Kısakürek için öncelik hep Anadolu olduğundan Akif’in Afrika ve Asya ile kurduğu net ve koşulsuz bağdan ziyade sorgulayıcı ve politik bir ilişkilendirmeden söz edilebilir. Karakoç ise diğer ikisiyle benzerlikleri olmakla birlikte Anadolu, Asya, Afrika hatta Avrupa topraklarına dahi medeniyet merkezli bir bakış sergiler. İslam medeniyetinin kök saldığı ve yeşerdiği, gelecekte de yeniden dirileceği topraklardır buralar. Asya geçmişin birikimi, Afrika geleceğin potansiyeli olarak görülürken Balkan coğrafyası da Osmanlının izlerinin ve hafızasının olduğu topraklardır. Bu anlamda Karakoç geçmiş gelecek ve hal çizgisinde, tarih ve medeniyetten bağımsız olmayan bir coğrafya fikri sunar.

Koçak, coğrafya noktasında görülen farklılığın tarihe bakış noktasında birbirine yaklaşıp benzediğini ifade etti. Mehmet Akif, tarihe de çağdaşları gibi daha romantik baksa da vurgulanan ve dışarıda tutulan dönemler üç isimde de birbirine yakındır. İslam öncesi Türk tarihine şairlerin üçü de değinmezken Asrı Saadet ve Hulefa-i Raşidin dönemleri üç isimde de vurgulanan, çağın sorunları için reçete olarak sunulan ideal zamanlardır. Yine Akif’te “Asım”, Kısakürek’te “Büyük Doğu gençliği” ve Karakoç’ta “diriliş nesli” olarak anılan ideal neslin kimliği de tarihle ve bu ideal zamanlarla sabitlenir.

Son olarak, Koçak’a göre üç şairin sunduğu alternatif kimlik modelini bütüncül bir şekilde görmek için yine bu isimlerin vurguladığı medeniyet anlayışına da bakmak gerekir. Akif’in medeniyet anlayışı daha doğrusu İslam medeniyetinin o gün içinde bulunduğu duruma yaklaşımı diğer iki isme oranla daha karamsar ve bir noktada modernist olduğu söylenebilir. Öyle ki Akif, İslam’ın geçmişte büyük bir medeniyet kurduğunu ama artık ondan eser kalmadığını çok sık dillendirir. Batı medeniyetiyle kurduğu bağ ise yine çağdaşlarınınkine benzer bir şekilde modern tekniğini, bilimini ve ortaya koyduğu gelişmişliği arzulayıp ahlakını dışlamaya dayalıdır. Necip Fazıl ise İslam medeniyetinin ruh ve manasını anlamanın önemine dikkat çekerek İslam inancını Batı karşısında yeniden diriltmek için onun ruhuna ve prensiplerine sımsıkı bağlanmak gerektiğini belirtir. Koçak’a göre Kısakürek’te dikkat çekense onun Batının tekniğine değilse de Rönesans’ına hayran olmasıdır. Bunun yanında Koçak’a göre Akif gibi Kısakürek’te de medeniyet idrakinin başlı başına bir çerçevesi yoktur. Karakoç ise İslam medeniyetinin dününü, bugününü ve yarınını bir bütün olarak görür ve onu başka medeniyetlerin karşısında konumlandırarak değerlendirmez. Karakoç için kavram ve kurumları, maddi ve manevi yönleriyle İslam medeniyeti eşsiz bir medeniyettir ve bu kavram ve kurumlar İslam’ın kendi paradigması içinde değerlendirilmelidir. Bu anlamda İslam, yeni varyasyonları ortaya çıkarma gücüne sahip, farklılıkları içinde sindirebilen, daha doğru bir ifadeyle içinde barındırıp yaşatabilen açık bir medeniyettir.

Sonuç olarak, Koçak yaptığı incelemelerle aslında yaygın kanaatin aksine bu üç ismin İslami kimliklerindeki ortaklıkların yanı sıra coğrafya, tarih ve medeniyet noktasında benzerlikler kadar farklı söylemlerinin olduğunu da ortaya koydu. Ön plandaki tüm ortak değerlerine rağmen arka planda sahip oldukları duygu, düşünce ve yorum zenginliğine dikkat çekti. Bu noktada aslında söz konusu zenginlik ve farklılıkların bu üç ismin şiirlerine biçim olarak bir yansımasının olup olmadığına da değinilmesi belki bu isimleri tanımak adına daha faydalı olabilirdi. Ancak hem bu sorunun yanıtını aramak hem de Koçak’ın sözünü ettiği zenginlikleri daha detaylı bir şekilde görmek için hazırlanan tezin daha yakından incelenmesi faydalı olacaktır. Tezin en kısa zamanda kitaplaşıp okurla buluşması dileğiyle…

Leave a Comment