Üstad Ali Ulvi Kurucu – Hatıralar

Üstad Ali Ulvi Kurucu Hatıralar (1. Cilt), haz. Ertuğrul Düzdağ, Kaynak Yayınları, İzmir, 2015, 399 s.

‘‘Tanımak için geç kalınan isimlerden yalnızca biridir; Ali Ulvi Kurucu. Çok şükür Ertuğrul Düzdağ tarafından kaleme alınan eser, Üstadı derinlemesine tanıtan bir kaynaktır. Dört ciltten oluşan eserin Kurucu’nun çocukluk, gençlik ve eğitim hayatının yer aldığı birinci cildi hakkında konuşacağız bu yazımızda. Kurucu’nun yaşadığı zaman dilimi olan Cumhuriyet dönemine ışık tutan bir eser olması hasebiyle de eser oldukça önemlidir.’’

Tanımak için geç kalınan isimlerden yalnızca biridir; Ali Ulvi Kurucu. Çok şükür Ertuğrul Düzdağ tarafından kaleme alınan eser, Üstadı derinlemesine tanıtan bir kaynaktır. Dört ciltten oluşan eserin Kurucu’nun çocukluk, gençlik ve eğitim hayatının yer aldığı birinci cildi hakkında konuşacağız bu yazımızda. Kurucu’nun yaşadığı zaman dilimi olan Cumhuriyet dönemine ışık tutan bir eser olması hasebiyle de eser oldukça önemlidir.

Eserin meydana çıkış süreci

Üstadın daha önce (1987-1990) bir gazetede “Nurlu belde Medine’den” başlığı ile yayınlanan yetmiş yazısını 1990 yılında “Gecelerin Gündüzü” ismiyle neşre hazırlayarak yayınlayan Düzdağ, “ilham ve gayretle” (yazarın kendi deyimiyle) Üstadın hatıralarının yer aldığı bir eser yazmaya niyetlenmiştir. 1992’de Medine’ye Üstadı ziyarete gidip niyetini dile getiren Düzdağ’ın teklifini Üstad kabul etmiştir. Bunun üzerine Düzdağ, küçük oğlu ve zevcesi ile birlikte Üstadın evinde iki ay gibi bir zaman kalır. Kendisiyle uzun görüşmeler yaparak, binlerce soru sorarak hatıralarını anlatmasını sağlar. Bunun neticesinde yetmiş beş saatlik bir kayıt ortaya çıkar. İstanbul’a dönüp kasetlerdeki konuşmaları daktilo ettirince, bin üç yüz sayfalık bir hatırat meydana gelir. Dört cilt olarak basılır.

Kitap iki kısımdan oluşuyor. Birinci kısımda Konya’da geçen çocukluk ve ilk gençlik yılları, ikinci kısımda ise Kahire’de okuduğu yıllar yer alıyor.

Birinci Kısım (Çocukluk ve İlk Gençlik Yıllarım)

Üstad Ali Ulvi Kurucu İslami hayatın zor günlerinde hayatları pahasına mücadele vermiş köklü bir aileye mensuptur. Yetişmesinde doğduğu, büyüdüğü çevrenin elbette büyük payı vardır. Dedesi Hacı Veyis Efendi, babası İbrahim Efendi ve zamanın merkez efendilerinden amcası Hacı Veyiszade Mustafa Efendi, eşsiz mücadele örneği bir hayat sergilemişlerdir. Bu kısımda Üstadın kendisiyle ilgili kısa bir bilgiden sonra uzun uzun kıymetli aile büyüklerine ait hatıralarını ayrı başlıklarla anlattığını görüyoruz. Bu hatıralar okunduğunda, çok uzak tarihlerde yaşanılmış olaylar gibi geliyor, fakat bir asır bile olmamıştır henüz. Gülümseten, gözyaşına boğan, iç sızlatan hatıraların yanında epeyce kızdıran, şaşırtan hatıralara da rastlıyoruz. Cumhuriyet döneminde yapılan inkılâplar nedeniyle zor zamanlar geçirdiklerini fakat pes etmeyip davalarından asla vazgeçmediklerini anlatıyor Üstad. Camilerin ot deposuna dönüştürülmesi, Ezanın Türkçe okunması, kılık ve kıyafetteki zoraki değişiklik, Türk musikisinin yasaklanması, Latin alfabesinin zorunluluğu, dinini öğrenmeye çalışan halka yapılan baskılar, zulümler. Menemen Hadisesi, Konya ayaklanması, Van’dan sürgün edilen insanlar… Bu süreçte Kurucu Ailesinin hiç boş durmadıkları, ellerinden geleni yaptıklarını birkaç hatıra ile dile getirelim.

“Dedem akşam yemeğini camiinin medreselerinde oturan muhacirlerle birlikte yerdi. Bunlar Şark İsyanı sebebiyle Van civarından buraya sürülmüş Kürtlerdi. İçlerinde daha önce Şam tarafından gelmiş Seyyid aileleri de vardı. Hükümet bunları sürmüş, getirmiş, buraya atmıştı. Onlara sahip çıkmak Müslüman halka düşmüştü. Dedemin mütevellisi olduğu Cevizaltı Medresesi’nde, terk edilmiş yirmi iki oda vardı. Dedem bu göçmenleri oralara yerleştirdi. Ayrıca caminin bulunduğu Dolav mahallesinde, yeri müsait olanların evlerine de birer aile verdi. Birkaç da boş ev buldu. Sürgünlerin arasında varlıklı, görgülü aileler vardı. Burada mahrumiyet ve sıkıntı içinde idiler.”(s. 125).

“Dedemin korkup çekinmeyle filan alakası yok. Bir keresinde talebe okuttuğu için, aynı sebeple karakola çağırıldığında, sırasını beklerken, yanındaki masada oturan komisere sormuş:

+Oğlum sen Kur’an-ı Kerim okumayı, namaz surelerini bilir misin?

-Nerede hocam, öğrenemedim.

+Öyleyse şu fırsatı değerlendirelim, gel sana Fatiha’yı öğretivereyim de yadigârım olsun…” der. (s. 149).

Bir defasında başında takke olduğu halde caminin önünde abdest alırken atı üzerinde yanına gelen bir kurmay albay bu büyük zâta “sen niçin şapka giymiyorsun, bir daha bu takkeyle görürsem seni bu atla çiğnerim” diyor. Hoca çok üzülüyor. Bir müddet sonra da elinden anahtarını alarak camisini ot deposu yapıyorlar. O da aynı mahallede küçük bir mescide geçiyor, orada hizmete devam ediyor (s. 135). Hele iki askerin ellerinde bıçkı yakındaki bir camiyi ot deposu yapmak için minaresini kestiklerini görünce, “Allah’ım, keşke minarenin yerine beni kesselerdi, bıçkının sesini duydukça Hz. Zekeriya kesiliyor sandım” (s. 137) demesi ve daha nice acıklı hadiseler.

Hacı Veyiszade Mustafa Efendiye ait bir söz ile örneklerimizi bitirelim:

“Aslan Mehmed’im, ben, bir talebenin yetişmesi uğruna, bin münafığın kahrını çekerim. Ben bir bahçıvanım,

Yar için ağyare minnet ettiğim ayb eyleme,

Bağban bir gül için bin hare hizmetkâr olur. (s. 232).

Başlıktaki kişilerle alakalı farklı zamanlarda yaşanmış birçok hatıranın peş peşe aktarılması zaman kaymasına sebep olmuştur. Ama kitabın ilerleyen sayfalarında bütün taşlar yerine oturmaktadır. Bu kısımda son olarak hicretten bahsediliyor. Babası İbrahim Efendi’nin çocuklarını okutma isteği ve bunu bilen birkaç aile dostunun da teşvikiyle Medine’ye hicret etmişlerdir.

İkinci Kısım(Ezher’de Okuduğum Yıllar)

Üstadın Ezher’deki tahsil hayatı beş yıl sürer. Bu süre içinde Medine’ye ailesini ziyarete gidemez. Beşinci yılın sonunda babasının vefat etmesi nedeniyle yalnız kalan annesi ve kardeşlerinin yanına döner.

Bu bölümde de ilk bölümde olduğu gibi şahıslara başlık vererek derinlemesine onlarla olan hatıralarını anlatır. Bu zatlar talebe arkadaşları Mustafa Runyun Bey, Ali Yakup Bey ve Hocası Müderris Yozgatlı İhsan Efendi’dir. İhsan Efendi ile hatıralarını paylaşırken sıkça M. Akif Ersoy’dan bahseder. İhsan Efendinin Akif ile nasıl tanıştığı, sohbetlerinde neler konuştukları, nerede görüştüklerinden bahseder.

Belli bir mühlet sonra İhsan Efendi: “Çocuklar ben sizi Türkiye için hazırlamak istiyorum. Bunun için gönlümden geçiyor ki, sizinle Türk Edebiyatı da okuyalım. Çünkü Arabistan’ın size ihtiyacı yok. Ne kadar Arapça yazsanız, bir Arap edibi, yazarı gibi yazamazsınız. Yazsanız da mühim olan Arabistan değil Türkiye’dir.

Ben sizi, İslamiyet’e ihlâs ile pek çok hizmetler etmiş; bu yüzden de bütün kötülerin düşmanlığını üzerine çekerek, başına birçok felaketler sarılmış olan, kendi memleketimiz için hazırlamak istiyorum. Gelin sizinle Türkçe edebiyat okuyalım” diyerek onlara Ziya Paşa’nın “Terkîb-i  Bend” ve “Tercii Bend”lerini okutur. Bu dönemdeki hatıralarında Üstad, şiirle ilk defa çocukken Akif’in İstiklal Marşı ile tanıştığını ve şiire olan alakasından bahseder uzunca.

İkinci kısmın son bölümüne yakın Osmanlı Hanedanının nasıl sürgün edildiği ve perişan hayatlar yaşadıklarına kendi gözleri ile şahit olduğu, göz yaşartan birkaç hatıradan bahseder. Düzdağ eseri üstâdın Akif ile münasebetini anlatarak bitirmektedir.

Leave a Comment